28 Temmuz 2010 Çarşamba

ba dam ba dam

ne biçim rüyalı bir akşamdı. yaşamışım gibi hissediyorum, ama adına rüya der demez, mesela şimdi, unutuyorum. ama taksimde pijamalarımla babamın motorsikletini sürerken ve numnum'a arkadaşlarımla buluşmaya gitmeye çalışırkenki çabam rüyadan çok beynimin tasarladığı bir bilgisayar oyunu gibiydi. falan filan.

artık olayları değişik görüyorum sanki. büyüdüm mü ne, anlamadım. artık sakin olmak varken insan neden manik olsun diyebiliyorum. ellerim büyüdü ama ben büyümedim.
az kaldı.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

kavunu sekize bölmeden kesemiyorum

yeşil çimen üzerinde, üzerinde.. aşık oldum ben sana!
bugün de bir melankolik, milimetrik, ... jumartesi idi. bazen kim olduğumu unutuyorum. bir film olsaydı hayatım bir tip olurdu böyle, sen bana kim olduğumu hatırlatıyorsun derdim ben ona, sarılırdık filan. eh işte.
bulgar göçmenlerinin pornoya porna deyip demediğini öğrenmeliyim. bunu buraya not aldım. göçmentube'da bir google reklamı da... bir google reklamı... yakında sinemalarda. öyk.
sonra işte sonra işte beynimden kollar çıkıyormuş gibi hissediyorum. kelebek mevsimiydi, sanırım bitiyor yavaştan. hayvancıklar hakikaten kısa yaşıyor.
opzervasyonlarımı koyduğum bu blogun ben bunu yaptım maceramı yazıyorum olmasını istemiyorum. bu öyle değil. yalnız, insan böyle oturup yazdığında gününün sonunda filan, birisine anlatma isteği epey azalıyormuş. sevindim! arkadaşlarınla ihtiyaç için birlikte olmak istemezsin çünkü. kendini buraya dökünce arkadaşlara kaymağı kalıyor. ne demekse..
haydi yarim çalsaana, çaalsanaaa! oynaasaanaa, sen baanaaa!!
-kalbim kabardı be ya-
yeşil çimen üzerinde üzerindee, aşık olduuum ben saanaaa!

2 Temmuz 2010 Cuma

spirited away

:) <3

filmde ne olduğunun veya nasıl bittiğinin önemli olmadığı noktaya geldi. yalnızca karakterlerin davranışlarını, kararlarını, kısaca hayatlarını izlemenin zevkli olduğu noktaya.. sürecin tadını çıkarmak yani. sevdim

yalnızlık, vb.

sonra da işte taksime yürüdüm nişantaşından. gözeldi. yol boyunca taksimi düşündüm. ve de işte yürümeyi düşündüm (... biliyorum). şimdi bunlardan daha az ilginç olanını, taksimi anlatmaya başlayacağım. çello dinliyorum güzelmiş. taksim beni çeken bir girdap gibi! duygusal olarak bir çekimi var.. içimde gelgitler yaratıyor diyebilirim hatta. çekti çekti sonra gittim ve fazla geldi. ve belki de yalnız gitmek insanın daha da yalnız hissetmesine yol açıyor diye düşündüm. aklında oraya beraber gitmediğin kimseler ve eski anılar geliyor. insanları görüyorsun şen şakrak arkadaş çevreleriyle. yalnız ruhların girdabı gibi geldi bir an. beyoğluna doğru derinleşir şekilde.

violin road diye bir grubu myspace'te arayınca yo-yo ma adlı bir çellocu verdi bana. ama şikayetçi değilim ne yalan söyleyeyim.

sonra işte insanın annesi böyle korumacı olmayagörsün. bana paşabahçeden alınmış bir mamul muamelesi yapıyor. annemin istediği gibi bir hayat yaşasam istediğim hiçbir şeye sahip olamam herhalde. çünkü sadece güvenli ve tanıdık olanı yapar, gerçekten istediğim ve risk gerektiren uğraşlara soyunmam. halen nasıl aldanıyorum bilmiyorum ama çok kolay aldanırım gibi geliyor, korkuyorum arada. bunu da aşmak lazım.

insanların birbirlerini etkilemesini düşündüm. parmakizlerini. insanın burnunun hep büyümesini. pinokyo çok garip değildi. yıkılan hayalleri ve insanların bunlara üzülmeye hakkı olup olmadığını. kendine karşı yani.
son olarak, en sevdiğim: crouching tiger, hidden dragon--bir eleştirisini okudum ki eleştiriye olan saygımı mislice artırdı, ve tabii filme de. meğer kadınlığa dair ne mesajlar içeriyormuş. sembolizm. gerçekten sevdim.

yo-yo ma'nın sitesi popüler heralde. şarkıları üçte birinde kesiyor.

27 Haziran 2010 Pazar

yay

kim bilirdi kavgaların bu kadar yararlı olabileceğini... bazen iki atomun çarpışması kadar doğal, oluveriyorlar, olacağı varmış deyiveriyorsun. bazı kavgaları seviyorum çünkü bana kendimi habire bastırıp kasamayacağımı gösteriyor. sonsuz inceliğe erişinceye kadar sıkıştırılabilinen bir yay olmadığımı yani. sınırlarım olduğunu hatırlıyorum. ve sınırları olan her şey gibi birdenbire değerli oluyorum.

24 Haziran 2010 Perşembe

caught in a bad romaaance (8)

Selo,

ya şunu fark ettim: dişe takılmış portakal lifi gibi sallantıdaymışım ben ya... yani sağlıklı ve orta seviye arasında oraya buraya çekilebilir durumdayım.. bu kadar izlenime açık olmak beni bitiriyor.
şimdi çıkıp boya alıyorum. NININININI. heyecanlıyım. sevinçliyim. boş şeyler için bile olsa veya olacaksa da. UMUTLUYUM ULAN. UU. uyanıp denizi görmek o kadar güzel ki. dünyaya sarılasım geliyor. içimdeki tediber'i ortaya çıkarıyor.

23 Haziran 2010 Çarşamba

zamansız geçirilen günler

Bugün çarşamba. dın dın.
yapacağım şeyleri yapmadım. yapmayacağım şeyleri yaptım. beklemek bana yaramıyor.

22 Haziran 2010 Salı

koltuğun altındaki istenmeyen kıl zulası

bilinçaltı var. bilinçaltı RAM. ama biz bilgisayarlardan daha akıllıyız o yüzden RAM kavanozunun dibine çökmüş bilgiler dibe yapışmış kalmış. öyle diyince sanki daha akıllı değil daha ucuz materyelden yapılmışız gibi oldu. tabii bakış açısına göre değişir. amantanrım saylınlar bizi ne zaman öldürecek. o değil de.
hadi çalacağım lan. BUSABAHLARINBİRANLAMIOLMALI. var lan vardı. ne zaman bu şarkıyı söylesem bana mesaj atmış olduğunu fark ederdim. peçetemin lekesi ol istedim ulann! psişik güçlerimle de bana ne zaman yazacağın malum olurdu... aptala malum olmaz. onu malum olmayanlar uydurmuş. bir tek hava tahmini yapamıyorum. onu da yapsam televizyona çıkaracaklar. ama şimdilik uçmaya yeltenen adamın tahtıma oturmasına izin veriyorum. çünkü tatlı ve pos potur bıyıkları var.
yanlışlıkla sinek öldürünce üzülüyorum. bi kere gözümden yaş geldiydi. sineğe sildim falan. o kadar da manyamadım yani.
sonra başka hayat fani işte. yaş yok ve kimliğin kişiliğin pek bir parçası değil. cartesian dualism bir düşünce biçimi ve insan take for granted etmeden tanımalıdır yoksa organ mafyası falan normal gelir. normali böyle sorguluyoruz biz. miş'li şimdiki veya geniş zaman. mesela ben kendime ben beynimim hatta aklım ve duygularımım ve bir bedenim var diye bakarsam, o zaman 1) sahip olmak ön plana çıkıyor, yani ben bedenime sahibim falan. sonra işte bir commodity olarak görülüyor beden. ama o zaman mesela. amibin aklı da kendi, sitoplazması ise sahip olduğu bir şey mi.. amibin aklı yok demeyin akıl binary'miş gibi. fuzzy logic diye bir şey var. tamam, ne bilmiyorum, ama öğreneceğim yakında. wikipediya'yla bir randevum var. saat 2de yarın. aslında yoktu. neyse ama, 2) şimdi ben kendime bu garip çıkıntılı girintili kıllı budaklı körfezli varlık olarak bakarsam böyle ıyy bu ne bile denebilir, yani alıştım diye güzel geliyor ama eline bir baksa insan böyle niye parmaklar aynı boyda değil der bir süre sonra, yani güzellik çok oluşucu bir kavram.. işte ben kendime böyle bir varloş gibi bakarsam, daha bir canlılar alemindeki yerimi anlarım. kendimi modern kültürümüzdeki ölmeyen sıçmayan sivilcesi çıkmayan mankenler gibi algılamam, daha canlı varlı bir şey olarak algılarım iyi olur. bir de wee wee ben annemi babamı özledim gidicem.

hehehe.

ben yaramazım. blogum da ölecek. o sonsuzluğa bir el atma değil. sonsuzluk martısına bir parça simit atma anca. ama simitle doymayacak o martı. sonsuzluğun eğlenceleriyiz o bakımdan. o da herkeş gibi ölecek. bilmenizi istedim. zincirlikuyu mezarlığı olsun diye yapmadım. ben bloglarımı çok kolay ortada bırakır parçalar heba ederim diye yaptım. terapi görmekte olduğum için ben düzeldikçe yazıların düzelişini izlersiniz (manyak smiley).
ezginin günlüğü ne demiş: ne yalnızlık peçete, ne de aşk leke. o durumda ben buraya bi pislik yapıyorum peçetemle sileyim diye. word'e öyle yazmak çok yalnız geldi. o ataç bile yok artık bana arkadaş. sadece ben ve imleciz pencerede. bi de işte yazılar. bir anlama gelmeyen. mors alfabesi gibi. sapık sapık.
Oscar Wilde şu ayarda bir şey demiş: işe yarar bir şey yapıp sevmezsen ne ala, işe yaramayan bir şey yapıp seversen ne ala. ama işe yarayan bir şeyi seversen işte ne oluyor, manyak gibi her yere uygulamaya çalışıyorsun, saplantı gibi, ketliyor o gelişmeyi biraz. edison'un dc'si gibi. ama işe yaramayan bir şeyi sevmezsen, o da yani belli bariz şekilde bok oluyor. bu bok. bilin diye söyledim. daha şekilli sevilesi şeyler yapıncaya kadar (keçi büzüğü). i have toilet humor. bir de manilerimi seviyorum. böyle manyek manyek yazmayı da. içinde bir sanat var gibi geliyor öhö öhö. olmasa da. aslında sadece maniğim şu an. ama ne yapabilirim! ne ha?! bilmiyorum işte. bu kadar içedönük olmasam bir şeyler yaparım. ama insanları anlamaktan olsun korkuyorum. muşum. rorşak dedi. ben de ŞAAK dedim iki tane çarptım. bana mısın demedi. mavişelim ne demek ya. bence sapık duruyo. mavişelim ;) brain STORM. mindfuck. pisi pisi. hortum. kafamda birden fazla ses ve bir heyecan. elfler hediye yapmak için çalışıyor gibi. ama herkes yılbaşından sonra sinen burukluğu biliyor.
Türkçe opera olsun. merak ettim. nasıl olur.
ben yazsam yaparlar mı sahiden. o önemli değil. bir sanatçı için o önemli olmamalı! mı, tabi bu da büyük bir tartışma falan..
aslında ben resim yapmak istiyordum. çünkü simgelerle düşünüyorum. renkler manyağıyım. doku da. bunları yazıda anlatabiliyorsun tabii. ama hem daha zor oluyor o--bu gibi şu gibi demeyi dedem de yapar nitekim ben de öyle yazıyorum, devamlı aleni benzetmelerle. ama yazmak kolay ya böyle. iyi yazmak değil, yazmak. çünkü herkes dilini biliyor konuşmasını biliyor. herkes laf cambazı ve ağzı olan konuşuyor. özellikle kadınlar. bunu bir iltifat olarak söyledim kadınlara. konuşmayı ve sözlü ifadeyi iyi yapıyorlar diye hemen bu negatif bir özellik olmamalı. beni sinir ediyor bu kadını ikincil görme kültürü. yarası olan gocunur doğru. e tamam ne değiştirdi. laf sokmak sayılmaz biri onu dedi mi. bence. evet işte ben aslında resim yapmak istiyorum. ama malzemem yok henüz. ellerim boş kaldı. klavyenin üstüne koydum vurdum vurdum. aslında yalan söyledim ben ressam gibi düşünmüyorum. ben allegorilerle düşünüyorum. bunlar somut olunca çizilesi oluyor işte. olay bu.
ama insan kendini kocaman dünyada ne kadar yalnız hissediyormuş. bunun dışadönük olmamaktan, insanları tam anlamamaktan gelebileceğini yeni anladım. tekrar bağlanmam lazım içdünyamın matriksinden çıkıp. bunun çözümü de yazmak değil bu konular hakkında.
toplum diye bir şey yok mesela. yani toplum özne olarak pek yok. süperegona malzeme yok yani demek istediğim. süperego gereksiz. o bir ilkel mağaraadamı. KaptannMAĞARAADAMIIII!!! iyi ve kötü var mı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, o da, eğer çok katı iyi kötü doğru yanlış çizgilerin varsa, o zaman içinde bir şey, bir yaramaz yumurta, o çizgiyi geçmekten büyük haz duyuyor. o sana diyor aslında, işaret ediyor, çizgisiz bir hayatın güzelliğini. başka bir şey de var o da yansıtma. başkaları böyledir deyince biraz da seninle ilgili bir şey söylüyor bu kimi zaman. çünkü bilmiyorsun başkalarını. ama yalnızca burnunu karıştırdın mı başkalarının karıştırmış olma olasılığını düşünür hale geliyorsun. ya da bu ben. e şey. evet tabii başkalarını daha iyi anlayan insanlar her şeyi baştan a priori anlıyor olabilir. aa bak baştan dedim. a priori de baştan demek. demek ben bu kavrama isim bulsaydım aynını bulurdum. hehe.